ALGIMIZ BİR YANILSAMA MI?
- Suleyman Dagdartan
- 5 Haz 2023
- 4 dakikada okunur
Beslenme ihtiyacımız bedensel gereksinimler içeriyor fakat o besinin mesela bir çileğin kokusunun ve tadının beğenisi soyuttur. Çilekten aldığımız yararlı vitamin, mineraller, su, glikoz, früktoz vb. her şey organizmanın bedensel ihtiyaçlarını karşılar. Ama çileğin hoşa giden çekiciliği bu ihtiyaçları karşılayabilecek bir başka besin öğesine tercih edilebilir kılan bir seçicilik vardır. Bu konunun araştırmacıları Nörogastronomiyle mutfağa adım atan sinirbilimciler, yaptıkları çalışmalarda sadece koku, lezzet, doku gibi etmenlerin değil aynı zamanda yemeğin servis edildiği tabağın görselliği, bulunulan ortamın dekoru, renkleri, ses gibi faktörlerin de iştahı etkilediğini görmüştür. Nörogastronomiyle insanla besinler arasındaki duyusal etkiler inceleniyor.
İkinci beyin olduğu varsayılan sindirim sistemi ise beynimiz gibi kıvrımlı yapısıyla, sinir ağ dokusuyla ve beyinden bağımsız hareket edebilme özelliğiyle bu benzetmeyi hak ediyor. Vücudumuzdaki katı atığın (dışkılama) yarısı bakterilerden oluşurken bağırsak florasında 2 kilogram civarında bakteri yaşar. Bu inanılmaz miktarı anlamak için Koronavirüs salgınıyla ilgili Avustralyalı matematikçi Matt Parker, dünya genelinde koronavirüse yakalanan 55 milyondan fazla kişiye bulaşan virüslerin toplamda 1 çay kaşığı dolusu olacağını hesaplamıştı.Bundan bir yıl sonra, şubat 2021’de BBC’nin haberinde İngiliz matematikçi Dr. Kit Yates, BBC için yaptığı hesaplamada tüm Covid-19 virüsünün bir kola kutusu (160ml) hacminde olacağı sonucuna varmıştı. Virüslerin bakterilerden çok daha küçük olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Ama bu veriler ışığında bile bağırsak floramız zararlı bir patojen olsaydı dünya genelinde pandemiye neden olmaya yetecek kadarını vücudumuzda taşıyor olacaktık.
Hal böyle olunca vücudun bağışıklık sisteminin en yoğun savunma hattı ihtiyacı da buradan başlıyor. Bağışıklık sistemi hücrelerinin %70’i sindirim sistemimizde yer aldığından sağlığımız için son yıllarda bağırsak florası da doktorların gündemine oturmuş durumda.
Bu gelişmeler Hipokrat’ın “bütün hastalıklar bağırsakta başlar” sözünün değerini hatırlatıyor. Sindirim sistemi sağlığı ise yediğimiz besinlerden gelecek olan yararlı bakterilerle mümkün olup bu sisteme zarar verecek besinler ise genel sağlımızı etkiler.
Bunları şimdilik bir kenara bırakırsak sindirim sisteminin en ilginç tarafı ikinci beyin olarak tanımlanmasıdır. Bu kadar sinir ağı bulunan yerde melatonin de bulunması olağandır. Dolayısıyla duygu durumumuzu etkileyen hormonlarla doğrudan ilişkili olan sindirim sistemimizin çikolatayla buluştuğundaki etkisi de budur. Fakat şu da var ki 2 kg mikroorganizmanın da bir bilinci vardır. Bunu gözardı ederek devam edelim.
Çakra yollarının mideye ulaşan bölümde “karın çakrası” (manipura) sarı renk ile kodlandığı görülür. Sarı rengin güneşi (solar pleksus) temsil ettiği, neşe ve mutluluk vererek sosyalleşme ile ilgili olduğu düşünülse de aslında bunun midemizi temsil eden çakraya tam olarak uyduğunu söylemeliyiz. Çünkü mide asit tankı olarak tehlikeli bir uyarı ve dikkat edilmesi gereken bir yerdir. Zaten uyarı levhalarında sarı renk kullanılır. Sindirim sistemimiz de beynimiz gibi çakra yollarına bağlanabilen bir başka sinir sistemi merkezidir.
Kalp çakramızın rengi de yeşil ile sembolize edilir. Kırmızı nasıl red (veto) anlamına geliyorsa kabul görme, geçiş hakkı verme, onaylama hakkını da yeşil ışıkla göstermekteyiz. İlginç bir şekilde İslam’da İman’ın tasdiki dilde değil kalbe vurgu yapılarak “dilimizle ikrar (tekrar), kalbimizle tasdik (onayladık, kabul ettik)” sözü dualarımızda zikredilir (söylenir). Spritüalistler tarafından kalbe yüklenen duygusal anlamlar bilimciler tarafından reddedilmektedir fakat bütün dünya ağız birliği etmişçesine sevgi, aşk, nefret gibi duyguların tamamını bu organa yükler. Elbette ki bilim için kalp denen organ aynen incelendiği gibi beden denen organizmanın motorudur. Fakat spiritüalistlerin haklılık payı vardır çünkü kalp denen motoru bir amaca yönelten kavram yürektir. Yürek denen kalp, sizi bir işe girişmeye cesaret veren dört bölümden biridir.
Bu tür soyut kavramları spiritüalistler bilimce desteklemek için beynin vagus denen sinir ağları uzantılarına dayanarak ikinci beyin, küçük beyin gibi benzetmelerle deliller aramaktadır. Ancak sindirim sistemimiz gibi kalpte de sinir ağlarıyla donatılmış olmamız olağan bir fizyolojik ihtiyaçtır. Ama bu yine de spiritüalistlerin kalp hakkında duyguların kaynağı olduğu düşüncesini haksız çıkartmaz. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi beyin nasıl ki asıl benliğimizle, bedensel faaliyetler arasında bağ kurmamız için elzem bir organ ise aynı şekilde kalp CAN’ımızla bağlantılı bir organdır. Beyin dalgaları gibi kalp ritmimizin de bir dalga salınımı (impuls) vardır. (Fig-23) Kalbimizde duygu ve düşüncelerimize, vücut hareketlerimize, uyku vb. durumlarımıza göre beynimizden çok daha duyarlı bir şekilde etki eder. Düşünün ki bir an korktunuz ilk nerenizde hissedersiniz, ya da aşkı nerede yaşarsınız, heyecanlandığınızda ilk nereniz tepki verir! Evet matematik çözerken başımız ağrır ama hüzün çökünce kalbimiz ağırlaşır…
![]() | Kalbimiz de tıpkı beyin dalgaları gibi EGK (Elektrokardiyografi) üretir. Bu alanda uzun yıllar araştırmalar yapan HeartMath enstitüsü duyguların kalp ve beyin etkileşimi arasındaki bağıntıları araştırdı. Bu enstitüsü araştırmacıları bütün dünyayı çevreleyen bir biyoelektrik alan olduğunu düşünüyor. Eğer yeteri kadar insan iyi duyguları yayabilirse diğer insanların da bu duygularla eşleşerek iyileşebileceğine işaret ediyorlar. |
Soyut kavramlar nedir? Elimizdeki cetvelin ya da terazinin sıfırın sağındaki sayıları ölçtüğünü hatırlatalım… Kalbimiz ortalama +300 gram ama ona yüklenen (eksi) -1kg korkunun ağırlığı altında ezilmemizin bir göstergesi yok… Matematik kavram bize imajiner sayıları gösterdiği için biliyoruz ki sanal kavramlar üssü sıfırdan küçük olan elimizdeki araçlarla ölçemeyeceğimiz ancak matematiksel olarak imgeleyeceğimiz (tahayyüllerimiz) gerçekliklerdir. Bu yeni aksiyom (postulat) uyarınca şöyle dememiz gerekiyor: Bir insan +70 kg ise ona eşlik eden -70 kg daha bulunabilir. Ki zaten bunu bilim eksi kütle, antimadde, paralel evren gibi bulgularla kabul ediyor.Bu bilgilerimizin üstüne bir yeni parametre daha ekleyelim ve tenimizden söz edelim.
Bu can bu tende durdukça bize canlı denir!
Tenimiz bizim limitlerimizi belirleyen bir sınırdır. O ten cennette Sündüz denen cildimiz, elbisemizdi… oradan sürgün edilirken soyunduk, soyulduk ve cennet bedenini bırakıp burada mikroorganizmalardan oluşan ceset bedenimizi giyindik… İşte bu kuşandığımız elbiselerin limitlerini belirleyen taslak çizimdir ten dediğimiz kavram! Burada o limitlere cildimiz denen mikroorganizmalar oturur orada sündüz denen başka bir yaratılış… Ama biz henüz oralara, cennete gitmediğimiz için bizim rasat (gözlem) ufkumuzda olan cildimizle ilgili araştırabiliriz.
Ama soyut kavramlardan ve enerji bedenimiz olduğuna dair ipuçlarından söz ediyoruz bu yüzden ten derken bizi kuşatan saran bir biyoelektromagnetik alan sınırlarını kastettiğim anlaşılmalıdır. Vücudumuzdaki hücreler elektrik üretimi sağlar, hücre zarlarındaki voltaj ise elektrik potansiyelinin oluşmasına ve iyonize olup dokunduğumuzda kıvılcım (elektrik arkı) oluşmasına neden olur. Prof. Steven M. Simasko'nun hesaplarına göre insan vücudundaki hücreler 40 watt civarında elektrik üretmektedir. Biyolojik elektrik alanımız olduğuna göre her elektrik alana eşlik eden bir de magnetik alan olacağından tümüne birden kısaca biyoelektromagnetik alan demekteyiz.
Biyoelektromagnetik alan bize fiziksel bedenimiz haricinde bir enerji bedenimiz olduğunu gösteriyor. Ama her ne kadar farklı bir bedenimiz daha olduğuna atıfta bulunup bunu farklı göstergelerle anlatmaya çalışmış olsamda aslında anlatmayı başarmış değilim. Neden derseniz bütün göstergeler: tenimiz, sindirim sistemi, kalp ve beyin dalgaları ve biyoelektromagnetik alan diye sözünü ettiğimiz her şey bu evrensel değerler içinde yer alır yani enerji ve alan dalgaları bu evrenimize ait olan bozon (kuvvet taşıyıcılar) grubu olduğundan CAN’ımıza değil ancak NEFS’imize ulaşabildiğimizi söyleyebiliriz. Enerji bedenimizin girişim saçakları kirlian fotoğraflarına yansıyan nefsimizin ta kendisidir. Madde, enerji eşdeğerliliği ilkesine göre: E=mc2 formülünde nefsimiz “E” ile gösterilirken Canımız “mc2” yöresinde kaldığı için evrenimiz ötesinde alemleri açmamız gerekiyor. Burada “c2” ise ışık hızının karesi anlamına geldiğinden ve evrende hiçbir şey bundan daha hızlı olamayacağından TAKYON fiziğine geçmemiz gerekiyor. Işık hızı aşılamaz kuralını bir kenara bırakırsak, canımızı bu evrensel düzlemde değil buna 45 derece polariz bir başka boyutta aramamız gerekiyor… Burada Takyon fiziğine girmeden triplepoint (vorteks, düğüm) noktasından başka etkilerden bahsederek Can’ı yakalamaya çalışıyoruz. Şimdi bunu bir de farklı şekilde teşbih (misal, örnek) ile anlatmayı deneyelim…
Yorumlar